Necip Fazıl Özlü Sözleri : Bu sayfada Necip Fazıl sözleri dini, Necip Fazıl sözleri Aşk, Necip Fazıl sözleri, Necip Fazıl Kısakürek kapak sözleri, Necip Fazıl sözleri Şiirleri, Necip Fazıl Kısakürek ilim ile ilgili Sözleri, Necip Fazıl Sözleri Resimli,Necip Fazıl Dostluk Sözlerini indirebilir sosyal ağlarda paylaşabilirsiniz.
Necip Fazıl sözleri
Dâvâ, gerçek ölümsüzlüğü bulmakta.
Bedr gazasında oğul babasının başını keser ve Resûlullah’ın önüne koyar. İşte inkılâp! Hani ya, Arab’ın, dünyayı verseler bırakmayacağı soy – sop gayreti? İnkılâp diye buna derler ve ondan sonra olacaklara…
Viyana’da Kara Mustafa’nın yenilmesi ne askerîdir, ne iktisadîdir, ne şudur, ne budur; sadece ahlâkîdir.
Her felsefe mektebi, öbür mektebinin yanlışını çıkarmak için faydalıdır; kendi hakikatiyle değil…
İşte o belalı Rönesans… Orada bâtıl ve kaba taassuba karşı, birtakım fikir kahramanları görüyoruz: Bruno gibi. Ateşe atılır ve o dakikada papazın kendisine uzattığı putu ayaklarıyla iter.

Büyük tefekkür plânında ve büyük içtimaî sistemde milletçe zayıf olduğumuzu söylebilmemiz lâzım.
Nitekim Nâsır’ın karşısında halis kahramanlardan bir büyük şehit görüyoruz:
, takınmış olduğu sosyalizma tavrı ve büyük sahabî Hazret-i Osman’a dil uzatmış olma felâketinden istiğfar ederek can verdiyse büyük şehittir.
Din ve İslâm düşmanlığına Ziya Gökalp’in, bizzat eserleri şahitti. Fakat o hanımın şehadetinde de; kahraman sanılan zatın ruhundaki maraza ait korkunç bir delâlet tütüyordu.
Komünizm sosyalizmin azmanıdır. Komünist olmaya razı olunmadan sosyalist olunmaz!
Ne mutlu Müslüman’ım diyene! (Konferansın son sözüdür.
Eğer onlar tam Müslüman olsalardı bugünler başımıza gelmezdi. Onlar… Kabukta kalmış adamlar… Bizim istediğimiz bir nesil var: Allah’ın Sevgilisi’nin beklediği bir nesil. Bu nesil, siz olacaksınız! Mükellefsiniz! Ya olun, ya ölün!
Ağlayalım ve dua edelim. Duanın icabını yapalım.
Doğrudan doğruya söylüyorum: Lâiklik bize göre samimi ve hakiki bir kelime değildir. Kutup ayısını, hurma ağacının ikliminde besleyemezsin!
Tek yol dine dönmek: Tek din İslâm!

Çoğu, sigâya çekilecek olsalar, komünizmi de bilmeyen, komünist bile olmaktan âciz, lâfta ilerilik heveskârı küfür yobazlarıdır.
Tanzimattan beri devam eden sahte inkılâplar ve bu inkılâpların türettiği sahte kahramanlar, dâvâmızın, müşahhas plânda baş meselesidir.
Büyük Doğu, âlem olduğu mefkûre çerçevesinde senfonik bir orkestra.
Her şey Doğu’dan geldi; her şey, her şey, yani ruhumuz.
Mesele, Batı’yı anlamak. Dâvânın en nazik istikâmeti, bütün mâzi ve tarih hükümlerinin özü ve halinde bugün Doğu’nun Batı’ya karşı nasıl bir anlayış tavrı takınacağında.
İlk buhran devremizde, bağlı olduğumuz iman manzumesinin vecda ve aşkını kaybettikten sonra anlamadan kabuğa mıhlı kalmak yüzünden, Batı harikasını hemen müşahede altına alıp ciğerlerimize sindirmek ve şahsiyetimizi kaybetmeksizin kanımızda eritmek imkanlarından nasıl mahrum kaldıksa; ikinci buhran devremizde, ayılmak bilmez bir hayret ve dehşet psikolocyası altında, Batı’nın kabuğunu bir türlü oyamadık ve meyvesine eremedik.
Şahsiyeti, Fransızların (Lejyon d’onör) nişaniyle mükâfatlandırılan Tanzimat’ın Mecelle’sine karşılık, boyacı küpü tercüme kazanına sokulup çıkarılmış İsviçreli Türk Medeni Kanunu nedir?
Düşünmediğimizi düşünmedikçe düşünebilmekten uzak yaşayacağız.
Yalnız İslâmiyete inanıyoruz!
O küllî şeyin adı ki İslâm, her şey onda, o da her şeyde…
İnsan olduğu için İslâm oldu; ve İslâm olduğu için insan vardır.
Bir kişinin herkes, herkesin de bir kişi olduğu hakikati İslâmındır.
Âlemde tek adalet kaynağı, İslâm…
İslâmiyet’in kılıcı bizzat merhamettir. Hıristiyanlıktaki sun’i merhamet edebiyatı değil…
Aya biz gidecek ve oraya, bilmem kaç yıldızlı Amerikan bayrağı yerine Tevhid livâsını biz dikecektik!
Fakat İmparatorluk o kadar cüsselidir ki, can çekişirken bile dünyayı titretmektedir.
Tanzimatın, olmaması değil, aksine, İslâmlık emrinde ve çok daha geniş ve köklü bir hareket şeklinde olması lâzımdı.
Giden şey İslâm, gelen şeyse hiçti.
Kanunî devrinden beri gerçek inkılâbı bekliyoruz.
Gerçek Türk tarihi henüz yazılmamıştır. Yazılabilseydi zaten mesele yoktu.
Fakat sadece ruhlarda ve düşünce çevresinde bir inkılâp…

Bu inkılâbın âletleri, söz ve kalem…
Çölde, devesine, kölesiyle nöbetleşe binen Reisler Reisi’nin ahlâkı. Buna muhtacız…
İslâm ahlâkı, buna muhtacız.
Biz, gerçek milliyetçiliği, geriye doğru değil, ileriye doğru, menba istikâmetinde değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil ağaç üstünde karar kılıcı bir anlayış ve görüşe bağlıyoruz.
İnsan hür değildir; hür olan, eşek veya köpek…
Hürriyet bir gâye değil, vasıtadır ve gâye bir tarafa bırakılıp vasıta gâyeleştirilemez.
Bir dilde uzun, dolgun ve çok heceli kelimeler, tefekküriyet ve medeniyet işaretidir.
Dünyada hiçbir dil yoktur ki, bugünkü Türkçenin yazılış derecesinde (fonetik-seslendirildiği gibi) olsun.
Ruhumuzun ırzına geçtiği sanılar Arapçayı karşılık, ruh ismet ve iffetimiz gâvurcaya karşı takdim ve teslim edilmiştir.
Bir milletin diliyle oynamak, onun hayatıyla oynamaktır.
Yine o, hep o, yalnız o, daima o…
Gerilerini dönüp, ileriye kıçlarındaki gözle bakanlar bize “gerici” diyor.
Gerici… O da ne kelime? Gerilerinde damgamız mı var ki gerici oluyoruz?
Gerici kelimesi, ancak gerilerini döndürmekten başk abir hüneri olmayanlara yakışır.
Hasret, vuslatın yarısıdır. İste ki olsun!
Sen yalnız düşün!
Sen, düşünmeyi düşünmekten başlayarak düşün, yeter!
Abdülhamid’i anlamak her şeyi anlamak olacaktır.

İslâm cemiyet ve beldesinin büyük meydanında ve bütün nazarlara karşı kadın, yüzünden, el ve ayaklarından başka hiçbir noktasını çıplak olarak gösteremeyecek derecede hayâ ve hicap ifade eder. Tek tel saçın bile dâhil olduğu bu hayâ ve hicap şartları yerine geldikten sonra kadın, aynı İslâm cemiyet ve beldesinin aynı meydanında en faal ve en vazifedâr bir unsur olabilir.
Fars tesiri korkunçtur; İslâmda en büyük kafalarla at başı, en hain bozguncu kelleleri de İranlı.
Bizim cemiyet ve devletimizde bile bile hırsızlığın cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde, istisnasız ve kayıtsız ve şartsız, bir kolun kesilmesidir. Bütün suistimaller, sahtekârlıklar, dolandırıcılıklar, hile tertipleri, netice itibariyle hedef tuttuğu kast ve gaye esas olarak hırsızlığın şubeleri halinde sınırlandırılır ve ona hükümlendirilir. Bizim cemiyet ve devletimizde fuhuş ve zina kökünden yasaktır.
İster yerli, ister yabancı filmlerde, ahlâkî, ruhî, hissî, fikrî, siyasî, hattâ bediî ve zevkî en küçük zaaf, sakamet ve dalâlet ifadesi, böyle bir filmin yasak edilmesi için kâfi sebeptir.
Alenî ve ictimaî bir zina nazariyesinden başka bir şey olmayan dans, belki de bu münafık cephesiyle zinadan da iğrenç bir fiil olarak, Büyük Doğu mefkûresinin hiçbir noktasında barınamayacak bir fiildir; ve bu bakımından, aynı mefkûrenin en şiddetli yasakları arasındadır.
Kadınla erkeği müşterek ve ahekli hareketlerle vücut kıvrımlarını göstermeye davet eden ve ister bir çift, ister birçok insanın şehevî hareketlerinden ibaret olan dans, millî ve gayr-i millî bütün çeşitleriyle bizden değildir.
Bizde heykel yoktur.
Kerhane, meyhane, kumarhane ve bütün rezalethanelere “paydos!” diyecek bir nizam. (…) Adam öldüreni hemen öldürecek, hırsızlık edeni bir daha edemez hale getirecek; ve bütün içtimaî ihtilâtlarında ferde öz evinden daha emin sığınaklar gösterecek bir nizam. (…) Nizamların nizamı olan düzen, iki heceli ve beş harfli bir isim taşır: İslam.
İrtica, yatağımızın başucundaki bir bardak suya karıştırılan zehirdir.
Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz.
Ne mutlu fikir vebalılarına; ve yazıklar olsun, eşek sıhhati içinde, günübirlik hayat çayırında otlayanlara!..
Ben, emekliliği olmayan ve bir kenara çekilip pineklemeye izni bulunmayan bir dâva üzerindeyim.
Hayat dayanılmaz bir ıstıraptır ve insanın bu ıstıraptan kurtulması lâzımdır. Istırap, ihtirastan doğar, istekten, arzudan… Istıraptan kurtulmanın tek çaresi ihtirastan kurtulmaktır. İhtirastan kurtulan da erer…

Yenilik dâvasında, “devrim” isimli nice hareketler vardır ki, beş aylıkken düşürülmüş kavanoz çocukları gibi sadece ölünün yenisidirler.
Tek yol dine dönmek.. Tek din İslâm!.. Mânasını yıktığımız ve yaktığımız cami.. Batı O’nun eşiğinde.. Ya biz neredeyiz?
İnsan başıyla fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, fikir öfkesidir.
Allah, ızdırabını çektirmediği şeyin, nimetini vermez.
Allah’ı bulamamacasına aramak, ebediyen aramak olan şiirin gayesi, ilk dayanak ve çıkış noktası olarak din temeline muhtaçtır.
Arı bal yapar, fakat balı izah edemez. Ağaçtan düşen elma da arz cazibesi kanunundan habersizdir.
Aydınlık yolu herkes bulur mesele karanlık yolda ışık aramak.
Bir kız öğrenciyi, başını örttüğü için tahsil hakkından mahrum etmek, İstiklâl Savaşı başlarında ve Maraş’ta, düşmanlar tarafından başörtüsü çıkarılıp düşürüldüğü için başlayan millî şahlanışın ruhuna tükürmektir.
Biz şiiri iman için bilmişiz; ve bu mihrak bilgiyi, her bilginin geçtiği binbir yol ağzı biliyoruz.
Çile kapısından erişilecek dünyayı bilseydin, yatağını yorganını satardın.
Devler gibi eserler bırakmak için, karıncalar gibi çalışmak lazım.
Demokrasi, kendini çölde hayal edenlerin serabıdır. Yaşanmaya değer hayatı bul ve ölümsüzlüğe geç!
Dinin olmadığı yerde hiçbir şey yoktur; yokluk bile yok… Şiir ve san’atsa hiç yok…
Ey Türk ruhumun atomu. Çatla ve idealinin baş harflerini göklere yaz!
İdrâk, idrâksizliğin idrâkini idrâktır!
İnsan başiyle fare kafasını birbirinden ayıran tek hassa, fikir öfkesidir.
Kökünü beğenmeyen dal ve dalını beğenmeyen meyve olgunlaşmadan çürür.
Kendi kendimizin altında kalmamalıyız ki cemiyetin üstüne çıkalım.
Mâsum, küçücük bir taşın beresi üzerine flaster yapıştırmak ne demek? Haklı, koca bir güllenin yere sereceği leşinin üstünü örtecek kanlı kefenden ne haber?
Şiirde gaye, kökte Allah ve mutlak hakikat olarak, dalda sırrilik ve remziliktir.
Şiirde baş unsur, fikirle hissin ara çizgisi üzerinde, duygulaşmış düşüncelerdir.
Tereddüt edersen bacakların seni taşımaz. Yürüyeceğim de, bas ve yürü!
Tomurcuk derdinde olmayan ağaç, odundur.